Gelen arama...
Belli belirsiz gördüğüm yazı buydu. Duş aldığım için banyo duvarında belirmişti. Kimdi ki? Hödükler kimin aradığını gösterecek o tek kelimelik hane için %10 daha pahalı sistemi öneriyorlardı, cimrilik ettim ben de. Neyse; zaten her kimse yapacak bir şey yoktu. Her arayan bana anında ulaşacak değil ya? O değil de şu sinir bozucu sesi de değiştirememiştim bir türlü. Her defasında değiştirmeye karar veriyordum, ki yapacağım da ayarlar menüsüne gidip her biri birbirinden kötü seslerden katlanılabilir olanını seçmek. Unutuyordum; unutmamayı da beceremiyordum. Bir kaç kez çalıp sustu, Allah'tan bir kaç kez çaldıktan sonra "aradığınız kişi yanıt vermiyor" diyerek arayanı geri çevirmesi için pahalı olan modeli almama gerek yoktu.
Gelen arama...
Arayan her kimse ikinci defa arıyordu. Kimse kolay kolay yapmazdı böyle bir şey –zira arayacak bir başkasını mutlaka bulurlardı boş insanlar denizinde-. Mühim bir şey olduğunu düşündüm, diğer süreçleri geçip bir an önce saçımı şampuanlayıp çıkmaya ikna olacak kadar.
Gelen arama...
Üçüncü arama... Üç... Bir değil, iki değil, üç... Gerçekten acil bir durumdu demek ki ve gerçekten çok sinir bozucuydu sistemin varsayılan sesi.
"Geliyorum her kimsen..."
Banyodan çıktım, havluyu almadım önce ama çıplak görünmek istemeyeceğim birisi olabileceğini düşünerek bir kaç adım attıktan sonra geri döndüm. Kamerayı kapalı başlatma modu da pahalı sisteme aitti çünkü ve bende yoktu.
Gelen arama...
Yakaladım dördüncüde. Berna arıyormuş...
"Açıl ulan!"
Melodiyi değiştirmemiş ama açmak için gereken komutu ayarlamıştım. Cihazın ilk kurulumunda zorla yaptırıyordu bunu da ondan. Açıldı "ulan". Karşımdaki Berna değil, başka bir şeydi: Gözleri kan çanağı, ağzı yüzü şişmiş, üzgün bir ifade bir kaç yıl oradan ayrılmayacak gibi yüzüne yerleşmiş ve yerleşirken yastığı tırmalayan kedi misali kaslarını da deforme etmiş sanki. Salyaları ağır çekimde oynatılan bir yağmur görüntüsüne benziyor, üstelik de iri iri, sağanak yağıyor.
"N'oldu kız?"
Konuşamıyor hıçkıra hıçkıra ağlamaktan. Sadece uğunuyor. "Anlatsana!" diye bağırıyorum. Biliyorum işe yaramaz Berna'da ve aksine daha da panikler. Odanın içerisinde iki volta atıyorum bağırmamın etkisi geçecekmiş gibi. Yerde bıraktığım etiketi yırtılmış şişelerin üzerinden atlıyorum adımlarken. Soğutuyorum böylelikle ve benim bağırmam yüzünden başlayan paniği geçiyor da nitekim, fakat sükuneti geçmiyor.
"Sakin ol... Su falan iç. Sakince anlat bana ne oldu?"
Annesini çok severdi Berna. Ona bir şey oldu zahar? Bir de erkek kardeşi var ama Berna onu hiç sevmez gerçi. Yine de belli olmaz, çünkü insanlar bazen diğerlerini öldükleri zaman severler. Yalnız Berna hâlâ sakinleşmiyordu. Üstelik yenice fark ettiğim üzere titriyordu da. Üzüntüden fazlası vardı; aşikâr...
"Ko... Ko... Komşu... Ühü.. Üh..."
Komşu? Komşusuna bir şey mi oldu? Bir şey olsa neden üzülsün. Biti kadar sevmiyor herifi. Allah'ın günü de kavga ediyorlar.
"Çe... Çelın... Çelıncbuk" dedi ve bu tılsımlı söz aracılığıya kendine bayılma büyüsü yapan bir büyücü gibi bayıldı Berna.
Challengebook. Ağzını ingilizce aksan için yaymadan konuşacaksan Çelınçbuk. Hiç bulaşmadığım lanet bir yer ama pek çok insanın geçimini sağladığını bildiğim bir yer. Yeni çağın istihdam kaynağı, pek çok kuruluşa ve guruya göre harika bir icat, müthiş bir devrim. Devrim dedikleri de şu: Bir profil açıyorsun kendine, evindeki kameranın karşısına geçiyorsun. Belli bir miktar karşılığında bir şeyler yapmayı vaat ediyorsun, hiç görmediğin, bilmediğin, tanımadığın, 72 milletten insana. 72 millet 72 para birimini Amerikan dolarına çevirip sana bahşiş olarak atıyor. Bahşişler barajı geçerse vaadini gerçekleştiriyorsun.
Şimdi bu mecrayla Berna arasındaki ilişki neydi acep? Onu bayıltacak kadar ciddi ne olabilirdi? Deyyus komşusunun adı neydi? Bayılacak zamanı buldun Berna. Direkt yanına mı gitsem? İyi de alkollüyüm arkadaş. Yollar zeki kameralarla dolu. Sürüş paternimden anında ele veririm kendimi, sonra arabayı da ehliyeti de almak için bir ton rüşvet, ona buna ağız eğmeler, onun bunun pis işlerini halletmeler. Zaten bu Berna da fazla evhamlıdır; gereksiz yere korkmuştur eminim. Bu riski almaya değmez.
Neyden korktuğunu anlamak için siteye girdim tabi. En popüler meydan okumalar tepede. Aklınıza gelebilecek her türlü şey var burada. Hiç şaşırmadım, şu an en popüleri 1300 TL'ye ulaşırsa kamera önünde beş adamla sevişecek kadın. 2000 TL atarsanız yüzük parmağını kesecek olan lavuk. Transeksüeller, lezbiyenler, kedi kesenler, camdan bir bardağı kıtır kıtır yiyebileceğini iddia edenler, 220 voltluk prize tornavida sokacak akıl fukaraları... Hepsi belli bir miktar karşılığında şovlarını sergilemeyi vaat ediyorlar. 10 TL'ye patates salatası yapıp gönderecek olanlar bu listelere giremiyor.
Berna'nın ismini hatırlayamadığım yağ tulumu komşsunu iri cisminden ve gülle gibi kafasından tanıyacağımı sanıyordum ki çok geçmeden biraz aşağıda gördüm deyyusu. Kamerayı kaplamış profil fotoğrafının yanına mor zeminli sarı bir yıldız koymuşlar. Anlamı da "En hızlı yükselen çelınç". Dur bakayım ne vaad etmiş su aygırı... Tıkladım ilgili çelıncına. Solda kendi videosu, sağ tarafta bir sohbet ekranı. İnsanlar yazışıyorlar. Videonun hemen altında "vaatler" var:
"10 bin TL atarsanız komşumu öldüreceğim"
"20 bin TL atarsanız parçalara ayıracağım"
"50 bin TL atarsanız diri diri yakacağım"
Kanım çekildi yazılanları görünce. "Lan!... Lan ne diyon len sen!" diye bağırıyordum beni duyacakmış gibi... 3 hedef vermiş piç kurusu. İstediği paraya bak. 1'er TL bahşiş atacak on bin kişi de bulur bu hedefle. 9 bin 3 yüzü toplanmış bile. Yanındaki sohbet odasında da başka denyolar: "Öldür! Öldür!" tezahüratı çekiyorlar.
Canlı videodan sesi geliyor, sarkan gıdısından zorlukla sıyrılan sesi: "700 TL daha attığınızda izleyebileceğiniz en vahşi cinayeti izleyeceksiniz beyler bayanlar. İnanın orospu hayatı öyle dar ediyor ki bana, ufacık ses, basit bir gürültü bile çıkaramıyorum evimde. Cumartesi gecesi bile müzik dinlememe arıza yapıyor. Haydi pamuk eller cebe, dünya bir kaltaktan kurtulsun."
Hay ben senin sülaleni...
Evden nasıl çıktım bilemedim. Kendimi arabamda buldum alışkanlık gereği. Bir elimde nedense hala havlu var; diğer elim silahımda. Şans eseri tam da kapımın önünden geçen boş taksiyi çevirdim hemen. İçine doğmuş gibi mübareğin.
"Üçüncü havalimanı tarafına çek..."
"Vizen var mı abi? Sonra yokuş yapmasınlar"
"İstanbul'da para vizeden daha çok geçer koçum." dedim adama paltomun cebinden bir tomar para çıkartıp. "Cama gelene bunu ver ve gaza bas. Bir şey demene gerek yok" dedim. Adama işini öğretmeye kalkıştım diye de utandım aslında. Bu kadar acemice davranmama gerek yoktu.
E-5 denilen yeri atlayabilmek için Halkalı'nın ara sokaklarına girdik. Kanal İstanbul'un paralelinden gidiyorduk. Beni dolaştırarak götürüyor sanacağımdan endişe eden taksici "Diğer yerleri barikatlarla tıkamışlar bugün. Sağlık sigortası meselesi. Sokaklar durulmuyor hâla" dedi. Durulmaz tabi; garibanların sigortasını patronlara meze ettiler. Sonra da millet para kazanmak için kamera önünde şebeklik, soytarılık yapıyor böyle. Cinayet işleyenini de bugün duyacağız, biraz daha gecikirsem. Bu sırada bir kaç TOMA'yı hızımızı kesmeden geçtik. Yavaşlayınca jandarma şüpheleniyor ama hızlı giden taksiye kimse dokunmaz.
Çok değil 20 dakika sonra İstanbul'un yeni ve izole edilmiş bölgesinin sınırna ulaştık. Kabukta gişeler vardı, gişelerin ardı barikatsız ve hatta jandarmasız bölgeydi. Ben böyle yağız taksici de görmedim, vize rüşvetlerini ucuza getirip ona verdiğim tomarın yarısını bana geri verdi. Helal olsun! Gerçi biliyordur bu davranışı karşısında bahşiş vereceğimi çakal. İşin raconu budur; taksicinin eline verdiğin paradan çoktan vazgeçmiş olman gerekir.
Berna'nın sitesinin kanatlı büyük giriş kapılarının önünde indiğimde kalan paraların tamamını arka koltukta bırakıp vakit kaybetmeden koşmaya başladım. Taksiyle seyahatim boyunca aygırın çelıncı elimdeki cihazda açıktı. Ben indiğimde 50 TL kalmıştı adamın Berna'yı öldürmesine. Berna'nın evine daha da 2 kilometre var.
Yanımdan siteye ait iki güvenlik görevlisi beni umursamamaya çalışarak geçip gittiler. Silahı mahsustan elimde tutuyordum zaten, tam olarak da beni böyle görmezden gelsinler diye. Sitelere bu güvenlik görevlilerini alırlar ama güçleri çoluğa çocuğa yeter. Silahlı adama bulaşabildiklerini ne gördüm ne de duydum. Taksiyi siteye sokmazlar ama içinden inene ses etmezler. Yozluk ve mantıksızlık da vizesiz giriyor gişelerden.
Bir yandan koşuyor, diğer yandan da herifi kontrol ediyordum. Yazarkasa sesi geldi cihazdan küçük bir titreme eşliğinde: Adam parayı tamamlamıştı. Tabletini eline almış evinden çıkmaya hazırlanıyordu. Ulan yetişemeyecek miyim yoksa, herif hemen yandaki müstakil girişli binanın kapısına sadece 30 adım yürüyecek... Bu kız kapılarını sıkı sıkı kilitlemiştir herhalde? Bana vakit kazandırsın böylelikle. Umarım kitlemekten fazlasını yapıp önüne eşyaları falan da yığmıştır.
Koşuyorum var gücümle, koşarken pencerelerden çıkıp bana nefretle bakan gözler görüyorum. Ben bakınca hemen içeriye kaçıyorlar –ve bir de perdeyi çekiyorlar, kurşun geçirmez perde sanki mübarek-. Dışarıdan gelen herkese potansiyel cani gözüyle bakar burada oturan züppeler ama içlerinde psikopatların şahı yaşar, haberleri olmaz. Aha birisi şimdi Berna'yı parçalarına ayıracak ya da diri diri yakacak. Para umduğundan yavaş toplanmış herhalde ki 10 bine fit olmuş sıfatına sıçtığım. Hızlı olsa 20 bini bekler. Fukaranın büyük kısmı para için, yemek için, namus için adam öldürür. Zengin psikopatların zevkleri tuhaftır. Türlü türlü ölümün fetişistidir çoğu.
Şu ilerideki köşeyi döndüm mü Berna'nın evi. Herif kesinlikle benden daha yakın ama kapıda vakit kaybedecek nasılsa: Hem kapıyı açtırmak ya da zorla açmak için, hem de biraz şov yapmak için. 10 binden 20 bine sıçrayabilmek için ciddiyetini göstermeye çalışıyor belki de ve sırf bu yüzden erkenden harekete geçti. Aklıma geldi o anda, Berna neden evden çıkmadı ki? Bu kız da ayrı bir gerizekâlı. Beni arayana kadar şuradan havalimanına git, ilk uçakla başka şehre git. Kamboçya'ya git hatta.
Bacaklarıma biriken laktik asit beni zorluyor artık ama dinlenmem mümkün değil. Hayat memat meselesi bildiğin. Artık cihazın ekranına bakarak vakit kaybetmek istemiyorum ama adam sürecin neresinde merak da ediyorum. Neyse ki köşeye ulaştım. İşte herif Berna'nın kapısında. Bir eliyle tableti kendine tutmuş, selfi video yapıyor; diğer eliyle de pompalı tüfeği sallıyor, sıradan, basit bir değnekmiş gibi. Kapıyı çalıyor önce yavaşça. Berna'nın onun kendisini öldürmeye yelteneceğini bildiğini, o yüzden nezaketle tıklanan o kapıyı asla açmayacağını bilmiyor belli ki...
Herif de silahlı olduğundan uygun bir strateji belirlemem gerek. Mesela yanıbaşından koşup gidiyormuşum ve olayla hiçbir ilgim yokmuş gibi davranıp, uygun bir yerde dönüp adamı direk bacağından falan vurmalı mıyım? Sonra da herifi –hiç işe yarayacağından değil ama- polise falan mı vermeliyim? Polis yine de Yeni İstanbul'da gerçekleşen suç olaylarına karşı hassastır. Kodamanlar da bu bölgede oturuyorlar. Adamı direk gebertsem bu bölgenin namusunu ben kirletmiş olduğum için benim hayatımı karartırlar. Belki kimse görmeden de halledebilirim zaten, güya burası da güvenlikli site işte, içeride katliam olacak haberleri yok. Demek ki şu kameralar değnek gibi sallanan pompalı tüfeği görmüyorlar. Hah! Ben bunları düşünürken dombili benim varlığımın farkına vardı bile. Buyur buradan yak.
"Bakın başka bir komşu varmış burada..." dedi kameraya ve yönünü bana döndürdü kameranın.
Olay hakkında hiçbir şey bilmiyormuşum gibi "hayırdır birader?" dedim ona doğru yürüyerek. Yürüyen bir adama göre fazlaca nefes nefeseydim. Bu sırada sağ yanımdan omzuma dökülen saçlarımı elimin tersiyle geriye attım. Bir internet canlı yayını olduğunu anladığımı ve bu yüzden saçımı başımı düzelttiğimi düşünsün, soluk soluğa kalmama dikkat etmesin.
" Buradaki komşumla küçük ama kanlı bir işim var. Yardım etsene bana? Bak birikmiş 10 bin üç yüz bahşiş var çelınçta. %20'sini paylaşırım seninle"
Bana gösterdiği ekrana bakmadan "nasıl yani?" dedim anlamamış gibi. Vakit kazanmalıyım. Tüfeği yere bakıyor şu anda. Tetik olursam o davranmadan dağıtırım beynini.
"Çelınçbuk'un en büyük bahsini oynuyorum kardeşim. 10 bin birikirse bu kızı öldürecektim. 10 bini geçti bile. 20 bini geçerse parçalara ayıracağım ve birikecek gibi görünüyor. Bak bak bak... Daha şimdi sana 10 bin üçyüz demiştim. Manyağın biri tek seferde 500 attı. 10 bin sekiz yüz oldu. Beklesek mi 20 bini?"
"Burası temiz bölge. Deli misin sen? Burada adam öldürürsek oyarlar bizi."
"Babamın, amcamın ve kuzenimin kim olduğunu bilsen... Dert etme. Yardım edecek misin etmeyecek misin onu söyle?"
Benimle konuşuyordu ama gözü hâlâ biriken miktardaydı. Bu kadar akraba sayışından anladığım kadarıyla paraya ihtiyacı olan bir tip değildi. Görünen o ki çelıncbuk rekoru kırmaya çalışıyordu sadece. Şimdiden kırmış olduğu ve hâlâ büyüyen rekoruna büyülenmiş bir şekilde bakarken boş bulundu. Eline attığım bir tekmeyle tüfeği yere düşürdü. Silahımı çıkarıp arkasına geçtim hemen. Kolumu boynuna doladım ve kafasına dayadım soğuk metal namluyu. Tableti hâlâ olduğu yerde tutuyor, korku emaresi göstermek ya da direnmek yerine kahkaha atıyordu. Zorlukla "Şova bak beeee! Daha süper oldu. Adammışın lan!" dedi tabletin kamerasını hâlâ olduğu yerde tutarak. Yüzüm de gözükmüştü böylece herkese, hem de detayıyla.
"Kafayı mı yedin oğlum sen?"
Gözüm metinlerin çılgın bir hızla aktığı sohbet ekranına takıldı.
"Sık sık sık!"
Tezahüratları banaydı bu sefer. Herifi öldürmem için sohbet ekranını yeşile boyuyorlardı -bahşiş atıldığı zaman kalın yeşil renklerle yazıyordu miktarı-. 100 TL'ler 200 TL'ler yağmur gibi yağıyordu. Çok değil yirmi saniye sonra otuz bini bulmuştu bağış miktarı. Kafasına sıkmak üzere olduğum deyyus da ben de olan bitene bakıyorduk hayretle.
"Bak kardeş, otuz bini geçti para. Beni öldürürsen bu para güme gider. Öldürmezsen yarısını veririm sana... Hem sen şovun yarı sahibisin. Paranın yarısı senin hakkın diyorum oğlum!"
"Yarısı mı?"
"Yarısı..."
"Kötü teklif" dedim sanki hâlâ benim kişisel bir meselem değilmiş gibi. Sohbet ekranı hala deli gibi kayıyor, sağ alt tarafta büyük puntolarla görünen sayı giderek büyüyordu. 40 binli seviyelere çıkmıştı biriken para, hem de bu kadar kısa süre içinde.
"Lan tamam al hepsini al! Benim paraya ihtiyacım yok. Ben Türkiye rekorunu kırdım ya, başka bir şey istemem artık. İşte 50 bin TL'ye yaklaşıyor para. Artık mermi de sıkmaya gerek kalmadı. Evi ateşe vereceğiz, kızın evden çıkmasına engel olup, diri diri yandığından emin olacağız. Para arttı, iş kolaylaştı... Yeminle söylüyorum en fazla bir yıl yatarsın, hakim tanıdık olursa onu da yatmazsın."
Paranın tamamına bile fit olmamam ilk defa şüpheye düşürdü onu. Bir ayna misali kullandığımız ekrandan yanıtımı çaresizce bekleyen yüzünü görüyordum. Bu sırada izleyenler –bilhassa bahşiş attıkları için rumuzlarının adı kalınlaşıp sarı renge dönmüş olanlar- sitem etmeye başlamışlardı. Öyle ya? Para 50 bini buluyordu neredeyse ve daha neyi bekliyorduk? Piçin biri "bunlar oyun yapıyor" gibi bir fikir attı ortaya. Diğerleri de tasdik etti onu.
İşte sırf o piçe inat çektim tetiği... Deyyusun ılık kanının silahı tutan elime sıçramasına müteakip adam tüm ağırlığıyla üzerime yığıldı. Geri çekildim; adam göbeği, tabletse ekranı yukarıda kalacak şekilde yere düştü. Sohbet ekranındaki hareketlilik tetiği çekmemle son buldu.
Arkamdaki evden önce bir kaç mobilyanın sürüklenerek çekildiğini duydum. Sonra da bir kaç kilit döndü yerinde. Berna olanları görmüş olmalı. Müstakil girişli binanın kapısından fırlayıp yanıma koştu ve sarıldı bana.
Tabletten 50 bin TL hedefine ulaşıldığını bildiren bir yazarkasa sesi geldi. Berna'ya sarılmış haldeyken bakışlarım yerde yatan tablete kaydı. Sohbet ekranı coşmuştu yine: İzleyenler "Öp öp öp!" tezahüratları yapıyor, ölü bir adamın hesabına bahşiş gönderiyorlardı hâlâ.